Günümüz ebeveynleri çok çalışıyorlar, çocuklarına ayırdıkları zaman azaldı ve bir yakınlarının desteğinden yoksunlar. Çocuklarının ihtiyaçlarını anlayabilmeleri için de çoğu zaman rehberlik edilmesi gerekiyor. Etkin dinleme, çocuğun duygularını anlama ve doğru yönlendirme yapabilmeleri salgın sürecinde daha büyük önem kazanmış durumda. Bu konuda eğitimcilerin velilere yönelik farkındalık yaratma çabaları kayda değer ilerleme sağlayabilir. Çocukların duygularını hafife alma, yok sayma ya da hissettiklerinden dolayı suçlama tutumları terk etmemiz gereken anne-baba alışkanlıkları arasında yerini aldı.

Hemen hemen her dersimde, söz sırası Ezgi’ye geldiğinde, ‘’Öğretmenim, ondan önce bir şey söylemek istiyorum.’’ diyerek söze başlıyor ve neredeyse konumuzla hiç bağlantısı olmayan olaylardan bahsediyor, uzun konuşmasını bilgisayar oyunlarından bahsederek ve ‘’Ayşe, dersten sonra ‘’zoom’’dan görüşelim mi?’’ diyerek bitiriyordu. Ayrıca kitaplardan konuştuğumuz zamanlarda da kitap okumayı hiç sevmediğini, çok sıkıcı bulduğunu ve günde 8 saat televizyon izleyerek zaman geçirdiğini söylüyordu. Elbette bu arada sınıf dersten kopmuş oluyor; hepsi birbirlerine saat kaçta, hangi oyunda olacaklarının bilgisini veriyorlardı. Başarıyla dersimi sabote eden Ezgi’nin sorunu neydi?

Ezgi, yoğun çalışan ebeveynleri ve sınava hazırlanan ağabeyi ile yaşayan ilkokul 2. Sınıf öğrencisi bir küçük kız. Uzaktan eğitim sürecinin başlarında yaşadığımız bu olaylara bir ‘’dur’’ demek zamanının geldiğini düşünerek anne ile bağlantıya geçtim. Anne benden daha çok dertliydi, çünkü Ezgi, ‘’Konuşmaktan sofrada yemeğini bitiremiyor, ders dışı zamanlarını televizyon karşısında geçiriyor.’’du. Karantina günlerinde hep evdeydi ve zaman zaman görüşebileceği arkadaşı yoktu. Evde herkes çok çalışıyor ve küçük kızlarına zaman ayıramıyorlardı. Zaman bulduklarında ise Ezgi, televizyonun karşısından kalkmak istemiyordu.

Söze, Ezgi’nin yalnız, sıkılmış ve mutsuz hissediyor olabileceğini, söyleyerek başladım. Bu duyguların da, arkadaşlarıyla görüşemeyen, dışarı çıkamayan, okulu bilgisayar ekranına sıkışmış bir öğrenci için doğal olduğunu ilave ettim. Elbette bu bir zorunluluk ve hepimizin yaşamaktan kaçınamadığı bir süreç. Ama bu sürecin olumsuz etkilerini hafifletmek bizim elimizde. Ezgi’ye zaman ayırmalı, onu daha çok dinlemeli ve zaman zaman bir arkadaşı ile bir araya gelebilmesi için fırsat yaratmalısınız, dedim. Anne, önerilerimi dikkate alacağını söyleyerek teşekkür etti. Ertesi gün derslerimde Ezgi’de olumlu yöndeki büyük değişimi gördüm. Daha canlıydı ve derse katılım noktasında istekliydi. Sorduğum sorulara, ‘’Tabii ki öğretmenim, hemen cevap veriyorum.’’ diyerek başlıyor ve konuyu kavradığını gösteren yanıtlar veriyordu. Dersin sonunda bugün bir arkadaşıyla buluşacağı bilgisini vermeyi de ihmal etmedi.

Çocuklarını seven, ve onların iyiliğini düşünen pek çok ebeveyn, çocuğun korkularını ve kızgınlıklarını önemsizmiş gibi görmezden gelir ya da reddeder. Kitap okumak istemeyen çocuğa, “Aaa, kitap okumak çok faydalıdır ve eğlencelidir.” deriz. Çocuk, her sıkıldığında haydi biraz da kitap oku, diyerek, onun duygularını görmezden geldiğimiz için hem duygularının önemsiz olduğunu düşünür hem de okumaya karşı ön yargı geliştirir. Ebeveynin kanaatini doğru kabul eder ve kendi yargısından kuşku duymayı öğrenir. Çünkü çok sevdiği ebeveynleri, onun duygularının yersiz olduğunu ima etmektedir. Sonuçta çocuk öz güvenini kaybeder.

‘’Uygunsuz’’ davranışların altında yatan nedenler tespit edilerek bunlar hakkında konuşmak bile çocuğun kendine olan güvenini arttırmakta, duygularının yanlış olmadığını fakat bununla baş edebilmesinin mümkün olduğunu anlamasına yardımcı olmaktadır. Sıkılmış ve sıkışmış hissetmesinin, sorumluluklarını yerine getirmekte isteksiz olmasının onun suçu olmadığını, herkesin bu duyguları hissedebileceğini anlamasını sağlamak ruhsal yönden kendisini doğru değerlendirmesine yardımcı olacaktır. Yetişkinler, çocukların duygularını değil, bu duygular sonucunda sergiledikleri tutum ve davranışları yönlendirmeye çalışmalıdır.
Çocukların duygularını anlayan ve bunu hissettiren bir öğretmenin sınıf yönetimindeki başarısı gözle görülür biçimde artmaktadır. Aile ile iş birliği elbette sorunların çözümünde oldukça etkili bir yöntemdir. Ancak aile bu iş birliğine yanaşmasa bile çocuk, kendisini dinleyen ve anlayan bir öğretmene karşı olumlu duygular geliştirecek, derslere, öğrenmeye ilgili ve istekli olacaktır.

John Gotmann gibi adını Duygu Koçluğu* ya da başka bir şey koyabiliriz. Öğrencilerimize ulaşmanın, onların sağlık ve esenlik içinde okullarına kavuşmalarını sağlamanın yollarını hep birlikte bulmak zorundayız.

Kaynaklar:
*John Gotmann, Duygusal Zekası Yüksek Çocuklar Yetiştirmek
https://www.haberler.com/yalniz-televizyon-izleyen-cocuklar-korkak-oluyor-3736792-haberi/

Yazar: Songül Yurdacan