Beynimizin %10’unu kullanıyoruz ifadesi çoktan bir mite dönüştü. Şimdi asıl soru beynimizin ne kadarını kullandığımız değil, beynimizi nasıl kullandığımız.
Eylül 2019’da, Stanford Üniversitesi eğitim profesörü Jo Boaler’in en son kitabı “Limitless Mind”, Türkçeye “Beynimiz Sabit Değildir” olarak kazandırılmıştı. Konu “beyin” olunca sadece bir Psikolog olarak değil aynı zamanda eğitim dünyasının içinden bir insan olarak da konuya kayıtsız kalamıyorum. Gerçi beynimiz ve beynimizin sınırları söz konusu olunca, konuya hangimiz kayıtsız kalabiliyor ki? Konu popüler olunca spekülasyon da çok oluyor. Öyle ki, 2000’li yıllarda ortaya atılan “beynimizin sadece %10’unu kullanıyoruz.” miti o kadar tutmuştu ki, 2013’te yapılan bir araştırmaya göre Amerika’lıların %65’I buna hala inanıyordu.
Beynimizi kullanma yüzdemizle ilgili iyimserlik arttı mı bilemiyorum ama, Jo Boaler’in kitabı bu konuda daha fazla umuda ihtiyacımız olduğunu kesinlikle gösteriyor. Son yılların yükselen trendlerine baktığınızda, “Öğrenme” ve hatta “Öğrenmeyi Öğrenme” konulu Google aramalarının bir yıl içinde bile %25 arttığını görmek insanı biraz şaşırtıyor.
Öğrenme eyleminin vücudumuzdaki yöneticisi konumundaki beynimizle ilgili kitaplarda da buna paralel bir artış yaşanıyor. Boaler de konuya tam da öğrenme noktasından yaklaşıyor: “Learn, Lead and Live without barriers.” Altbaşlığı ile yayınlanan kitabında, “Öğren, Yönet ve Yaşa” diyor, hem de –engeller olmaksızın-. Kitabında ve Amerika’da çığır açmış gibi gözüken websitesi “youcubed.com”da da değindiği, öğrenmeye giden yoldaki 6 anahtar yaklaşımın 4 tanesini kendi yorumlarımla irdeliyorum. Diğer anahtarlar ve her bir anahtara dair çok daha detaylı anlatımlar için kitabı edinmenizi öneririm.
1) Öğrendiğimiz her an, beyinlerimiz yeni sinirsel bağlantılar oluşturuyor, veya mevcut bağlantıları güçlendiriyor. Öğrenme kapasitesinin sabit olduğu fikrini, her birimizin her daim bir büyüme yolculuğunda olduğu fikriyle değiştirmeliyiz.
Bu noktada durup zihnimdeki mevcut sinirsel bağlantıları yoklayınca; 2 ile 7 arasındaki yaşları öğrenme ve kişilik oluşumunda kritik kabul eden psikoloji külliyatı ile “İnsan 7’sinde neyse 70’inde de odur.” Diyerek konuya sağduyunun son sözünü bırakan ata sözünü hatırlıyorum.
Yaş ve öğrenme ekseninde yapılmış araştırmaları taradıkça, Boaler’in çalışmasını doğrularcasına biyolojik yaş ve öğrenmeyi sağlayan bilişsel yaş kavramı arasında düşündüğümüz gibi doğrusal bir korelasyon olmadığını görüyorum. (Kaynak)
Belki de kişinin hayat boyu öğrenme yolculuğuna dair inancı ve ön yargılarıdır 7 yaşına kadar oluşan. Zaten araştırmalar da bu dönemdeki gelişimi en çok da, öğrenmeye duyulan ilgi, ve duygusal okuryazarlık gibi konular açısından vurguluyor. İşte tam da bu yüzden, yetişkinlik davranışlarımızın tohumlarını atan kabul ve inanışlarımızın oluştuğu 2-7 yaş arasına ayrıca özen göstermek gerekiyordur diye düşünüyorum.
2) Beyin gelişimi için en kıymetli zamanlar zorlandığımız ve hata yaptığımız zamanlardır.
Dr. Özgür Bolat’ın Türkiye’de 55. Baskısını yapan “Beni Ödülle Cezalandırma” kitabında başarının ödüllendirilmesi esnasında çoğu zaman ödülün başarının önüne geçtiği ve çocukların ödüle koşullandığı, bir noktadan sonra da iç motivasyon sağlamakta çok zorlandıklarını okumuştuk.
Boaler’in bu kitabından sonra bir başkası da çıkıp, ödüllendirecekseniz başarıyı değil başarısızlığı ödüllendirin derse hiç şaşırmayın. Gerçi kim ne derse desin, zaten insan beyni, hata yaparak öğrenmeye evrimleştiği bu süreçte ödül mekanizmasını çoktan oluşturmuş durumda. Bilim insanlarına da isimlendirmek kalmış: Dopamin! Evet beynimizdeki öğrenme merkezi uyarıldığında, ve bu en çok da hatalardan öğrenme sürecinde oluyor, beynimiz dopamin yağmurlarına maruz kalarak, aslında ödüllendirilmiş hissediyor!
Yeter ki çevremizdekiler dışsal ödüller ve özellikle de maddi “doyum”larla bu süreci baltalamasınlar.
3) İnançlarımızı değiştirdiğimizde, vücudumuz ve beynimiz de fiziksel olarak değişir.
Tam tersi ilişkiyi, yani bedenin beyni nasıl değiştirebildiğini uzun yıllardır yapılan, yoga ve benzeri pratiklere dair araştırmalarla görmüştük zaten. Özetle beynimizde bulunan gri madde’nin hacimsel olarak artışı bir çok kez kanıtlandı, üstelik sadece yoga ve meditasyon değil, bazı video oyunları da benzer etkiye sahip.
Peki ya inançlarımız, fiziksel beynimizi ya da vücudumuzu nasıl etkiliyor? İnançlarımızın gerçeğimiz haline geldiğini sadece Anton Çehov değil (İnsan, inandığı şeydir.) beynin biyokimyasal süreçlerini araştıran bilim insanları da söylüyor. Plasebo etkisi ya da, çaresizliğin dahi nasıl öğrenildiğini bize söyleyen “öğrenilmiş çaresizlik” deneyleri de cabası.
4) Öğrenme hızı, yetenek göstergesi değildir. Öğrenmenin optimize edilmesi için, fikirlere ve hayata yaratıcılık ve esneklikle yaklaşmalıyız.
Bu tespit de uzun yıllar yanlış inançlarımız yüzünden kendimizi nasıl da yok yere yetersiz hissettiğimize ışık tutuyor. Bir şeyi hızlı öğrenmek ile ona karşı sahip olunan yeteneği hep aynı cümle içinde kullanma ve derin öğrenme süreçlerinin gerektirdiği süreye ihtiyaç duyan yetenekleri saf dışı bırakma eğilimindeyiz.
Halbuki sadece psikolojik süreçler penceresinden değil, matematik ve fizik kurallarının bakış açısından da konunun sadece hız, ya da yol ile ilgili olmadığını, yolu ve hızı dengeli şekilde kullanmanın esas mesele olduğunu görüyoruz.
Yazımın başını hatırlatacak olursam, fark edilecektir ki, yalnızca “beyin” konusunda konuşmak demek bile, aynı zamanda çevre, aile, beden, tecrübe ve zaman gibi çok geniş konuları dikkate almak gerektiğini bize gösteriyor. Sadece bu bile konu ister öğrenme ister beyin gelişimi olsun, kavramları bütünsel şekilde ele almaktan başka çaremiz olmadığını, -iyi ki de böyle olduğunu- anlamak için yeterli geliyor.
Bir zamanlar “nakit” ile özdeşleştirilen -vakit- insanoğlunun çılgınca hızlandığı şu çağda biraz afaki kalınca, konuya artık bilginin en büyük değer edeceği açısından yaklaşılıyor. Hal böyleyken, öğrenmeyi öğrenmeye ne kadar çok vakit ayırsak az. Neticede insanın vakti bir vadede bitiyor ama en ilkel bakterilerle dahi paylaştığımız öğrenme ve gelişme süreci yeryüzünün yaşını bile aşıyor.
Kaynaklar
1) Jo Boaler – Limitless Mind
2) https://en.wikipedia.org/wiki/Ten_percent_of_the_brain_myth
3) Özgür Bolat – Beni Ödülle Cezalandırma
4) Anton Çehov
5) https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0137260
6) https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3525089/
Yazar: Ceren Güvenç